Yırca’da termik santral gölgesinde tarım: Tütünden zeytine, zeytinden nereye?
Yırcalı Nuri Okcu’nun hikayesi aynı zamanda Yırca’nın hikayesi… Termik santralle birlikte azalan tarım geliri, termik santralde iş arayışları, bozulan sağlık nedeniyle göç ve terk edilemeyen zeytinlikler… Okcu, termik santrale komşu yaşayan herkesin hayatını bir cümle ile özetliyor: “Termik santral deyince insanların aklına önce kirlilik, sonra hastalık ve ölüm geliyor.”
Türkiye, Soma’ya bağlı Yırca’nın adını 2014’te köylünün, geçim kaynakları zeytinliklerinin bulunduğu bölgeye kurulmak istenen kömürlü termik santrale karşı verdiği ve zaferle sonuçlanan mücadele ile duydu. Yırcalılar tarım arazilerini çevreleyen ve hem geçim kaynaklarına hem sağlıklarına zarar veren termik santralin ardından 2014’te bir başka termik santral projesi gündeme gelince mücadeleye başladı. Ne var ki bu sırada kömürlü termik santral projesi için alınan acele kamulaştırma kararı gerekçe gösterilerek yaklaşık 6 bin zeytin ağacı kesildi.
1953 doğumlu Nuri Okcu’nun hikayesi adeta Yırca’nın hikayesi… Manisa’nın Soma ilçesine bağlı Yırca Köyü’nde doğan Nuri Okcu, 24 yaşındayken Soma B Termik Santrali’nin mutfağında çalışmaya başladı. Kendi görev yaptığı santralin yol açtığı hava kirliliği, santrala birkaç kilometre mesafede yaşayan Okcu’yu KOAH hastası yaptı. Hava kirliliğinden ötürü artık istese de memleketinde uzun süre kalamayan Okcu eşiyle birlikte Dikili’ye taşınmak zorunda kaldı.
“Çocukluğumuzda burada su vardı”
Okcu, bugün memleketini sadece yılda birkaç defa ailesinden kalan topraklardaki zeytinliklerine bakmak için ziyaret edebiliyor. Her ziyareti ise çocukluk hatıralarını yeniden acı bir şekilde canlandırıyor. Çocukluğuna dair ilk hatıralarında sulak olan bölgede ekilen çeşitli sebzeler ile tütünlerin bulunduğunu söyleyen Okcu, “Çocukluğumuzda burada su vardı, biz de pancar ve fasulye ekerdik. Su çekilince tütün ve buğday eker olduk” diyerek o günleri anlatıyor.
Okcu 1977’ye dek Yırca’da ailesi gibi çiftçilikle uğraştı. Ailenin o dönemdeki ana geçim kaynağı da tütündü. Ne var ki o dönemde Soma B Termik Santrali’nin temeli atıldı. Okcu o dönem santral inşaatına, projenin yaratacağı istihdamdan ötürü Yırcalıların karşı çıkmadığını söylüyor. Nitekim santralin kurulmasının ardından Okcu da birçok Somalı gibi termik santralde işe giriyor ve santralin mutfağında çalışmaya başlıyor. Yine de toprağından kopamıyor, işinden arta kalan vakitlerde ailesiyle birlikte tütün çiftçiliğine devam ediyor.
Tütünden zeytine geçiş
Santralde enerji üretiminin başladığı 1980’lerde şikayetler yüksek sesle dile getirilmedi ve santral emisyonlarının ilk etkileri tütün üzerinde görüldü. Okcu’ya göre, hava kirliliği ve santralden yayılan tozlar, bölgede yetişen kaliteli tütünün randımanını düşürmeye başladı. Birkaç yıl içinde tüccarlar Yırca’da üretilen tütünü satın almak istemez oldu. 1990’lara gelindiğinde, bölgedeki çiftçilerin pek çoğu gibi Okcu ailesi de tütünden kısmen vazgeçerek, santral emisyonlarına ve hava kirliliğine rağmen ürün vereceğini düşündükleri zeytin ağaçlarını dikmeye başladı. Okcu, o dönemde santralda filtre sistemlerinin çalıştırılmadığını, itirazlardan sonra 1990’lı yılların ikinci yarısında filtre sistemlerinin devreye alındığını anımsatıyor. Fakat bu sistemler etkinleştirilene dek bölgede sebze tarımı yapmak zorlaşmış, tütün kalitesizleşmişti bile…
Okcu, sadece santral emisyonlarının değil, santralde yakılan kömürden geriye kalan cüruf ile bölgedeki çimento fabrikalarının atıklarının deşarj yöntemlerinin de Yırca’yı kirlettiğini anlatıyor: “Santral idarecileri santralin cürufunu, pisliğini her tarafa hovardaca, dikkatsizce atıyorlardı. Atıkların toprakla örtülmesi, suyla karıştırılması gerektiği söylenmesine karşın uzun bir süre atıklar kuru boşaltımla uzaklaştırıldı. Boşaltılan atıklar rüzgarın tesiriyle Soma ve bizim Yırca üzerine toz bulutu olup geliyordu. Göz gözü görmüyordu! O dönemde tozlardan insanların da etkilenmeye başladığı anlaşıldı. Dilekçeler, şikayetler, eylemler derken atıkların sulu boşaltımına geçildi. Buna rağmen hala çimento fabrikalarının atıkları rüzgarlı günlerde Yırca’ya ulaşıyor. Bunlara santral atıkları, açık ocak kömür işletmelerinden gelen tozlar da ekleniyor ve köylü bunların hepsine maruz kalıyor.”
Zeytin toplayan eller griye bürünüyor
Okcu’nun, tarımı ve sağlığı etkileyen tozlarla ilgili anlattıklarını teyit etmek için çok uzağa gitmeye gerek yok. Okcu ailesinin zeytinliği Soma B Termik Santrali’ne birkaç yüz metre mesafede. Öyle ki Okcu’nun zeytin hasadına katılan torunları, her an gözlerinin önünde olan termik santral bacalarından, günün hangi saatinde hangi renk duman çıktığını çarçabuk anlatıveriyor. Asıl şaşırtıcı olan ise zeytin toplamakta kullanılan küçük tırmıklar ile çıplak ellerde meydana gelen renk değişimine şahit olmak. Zeytin toplayan biri mola verdiğinde ellerini temizlese bile zeytine tekrar dokunduğu anda elleri grinin solgun bir tonuna bürünüyor. Ürkütücü ama gerçek; ağaçlardan kopardığım zeytinin gerçek rengini görebilmem için üzerindeki kalın toz tabakasını inatla ovalamam gerekiyor! Şaşkınlığımı gören Okcu araya giriyor: “Zeytinlerden çıkan tozu görüyorsun değil mi? Daha iki gün önce yağmur yağmasına rağmen zeytinden çıkan toza bak!”
Santral emisyonlarının zeytini yaktığını ifade eden Okcu, ne kadar gübre kullanırsa kullansın zeytin tanelerinin irileşemediğini, zeytinin satış fiyatının da bu yüzden azaldığını belirtiyor. Okcu, kirliliğin etkilerini azaltmak için kullandıkları yöntemlerin masraflarını artırdığını, bunun da zeytinden kâr elde etmenin imkansızlaştırarak tarımı adeta bir ‘hobiye’ çevirdiğini anlatıyor. Okcu, “kirleten öder prensibinin” ise tarım üzerindeki olumsuz etkiler söz konusu olduğunda işlemediği görüşünde: “[Termik santral] Benim herhangi bir zararımı ödemiyor ki. Bir sıkıntısı yok ki onun, sıkıntı bizde! Küle, hastalıklara biz maruz kalıyoruz. O çalıştırıyor, gül gibi hayatına devam ediyor. ‘Senin zeytinlerinde ne kadar kül var, santralin sana zararı var mı?’ diye sormuyor.”
“Kanser ve KOAH çok yaygın”
Okcu’ya göre, tepkiler üzerine 1990’larda filtre sistemlerinin devreye alınması kirliliği bir nebze azalttı. Fakat tam da o dönemde Yırcalılar yaygın sağlık sorunlarıyla karşılaşmaya başladı. 50’li yaşlarıyla birlikte Okcu da nefes darlığı çeker oldu. 1997’de santraldeki aşçıbaşılık görevinden emekli oldu ve birkaç yıl sonra, havası daha temiz bir yerde yaşamak için Dikili’ye yerleşti. Okcu’nun Yırca’dan uzaklaşmakla ne kadar doğru bir karar verdiği çok geçmeden kendisine KOAH teşhisi konmasıyla anlaşıldı: “İzmir’de tedavi görürken, Soma’da kanser ve KOAH hastalıklarının çok yaygın olduğunu anlattılar. Sigara içmemiş olmama rağmen bu hastalığa yakalandım ve beş sene önce çok ağır tedavi gördüm. Tedavim hala sürüyor. Termik santral deyince insanların aklına önce kirlilik, sonra hastalık ve ölüm geliyor. Yırca’da nefes alıp vermekte zorluk çeken, benim gibi KOAH hastası birçok insan var.”
Nuri Okcu, kalp hastalıkları ve kanser türlerinin de bölgede çok yoğun görüldüğünü söylüyor. Santralda birlikte görev yaptığı birçok kişinin kanserden ötürü yaşamını yitirdiğini belirten Okcu, ailesindeki pek çok ölümü de santralin yaydığı kirlilikle ilişkilendiriyor: “İki ağabeyim kanserden, babam KOAH’dan öldü. Hepimiz bu hastalıkları çekiyoruz…”