“Leylekler bile Sarıseki üzerinden uçmaz oldu!”
Her ne kadar kanseri yenmiş olsa da Sarısekili Gülnaz Kıllı’nın aklında kanserden kaybettiği yakınları var. Çevresinde artan hastalıkları hatırlatan Kıllı, yeni santral planlarına isyanını “Leylekler bile Sarıseki üzerinden uçmaz oldu!” diye dile getiriyor.
Gübre fabrikası, hemen yanında üst üste yığılıp onlarca metre yükselmiş hurda demir-çelik dağları, sahil yakınlarındaki sazlıkların etrafını sarmış kömür ve hurda depoları, birkaç kilometre kuzeyde İskenderun Demir-Çelik’e ait imalathaneler, tüm bunların ortasındaysa bir termik santral. Hatay’da, İskenderun ile Dörtyol arasındaki Sarıseki beldesinde yaşayan biri, İskenderun Körfezi’ne doğru baktığında bunları görüyor. Sahil şeridi bu tesislerle kaplı beldenin doğusundaysa Adana-İskenderun Otoyolu bulunuyor. Bir başka deyişle Sarısekililer ağır sanayi ile otoyol arasındaki 700 metrelik daracık bir şeride sıkışmış durumda. Artık faal olmayan asit fabrikasına, günümüzde de çalışmalarını sürdüren gübre ve demir-çelik üretimine alışkın olan, bu tesislerin sağlık etkilerini kanıksamış Sarısekililer, ithal kömüre dayalı Atlas Termik Santrali’nin 2014’te elektrik üretmeye başlamasıyla birlikte iyiden iyiye yaşamlarından endişelenmeye başlamış; aynı bölgeye ikinci bir kömüre dayalı termik santralin planlanmasıysa bu kaygıları artırmış. Ancak ağır sanayi ve enerji sarmalından çıkılabileceği umudunu yitiren Sarıseki sakinlerinin ataletini kırmaya çalışan biri var.
54 yaşındaki Gülnaz Kıllı, 2001’de yakalandığı kanserin esas olarak çevresel faktörlerden kaynaklandığını öğrendikten sonra Sarıseki’deki kirletici faaliyetlere karşı mücadele etmeye başladı. Beldedeki hastalıkların arttığını, ikinci termik santralin de inşa edilmesi halinde yaşamın iyice güçleşeceğini söyleyen Kıllı, kömüre dayalı enerjiden vazgeçilmesi çağrısında bulunuyor.
Gülnaz Kıllı 1965’te Sarıseki’de doğdu. Çocukluğunun bir kısmı İskenderun’da geçtiyse de 18 yaşındayken evlenip doğduğu Sarıseki’ye döndü. Kıllı, 1980’li yılların başındaki Sarıseki’yi şöyle anlatıyor: “Önceleri gübre fabrikasının yaydığı, nefes almayı zorlaştıran, tüm Sarıseki’ye yayılan tozdan şikayetçiydik. Sonra limana kömür gelmeye başladı. Limana geldikten sonra kepçeler kömürü depolara yayıyor, kömür orada paketleniyordu. Kömür de eklenince iyice tozun, kirliliğin ortasında kaldık. Küçücük bir evden sahile daha yakın bir mahallede kendi yaptığımız eve taşınmıştık ama kirlilik yüzünden eski evimi özler olmuştum. Her yer toz, pislik, kamyonlar… Sahile inip rahatça gezemiyorsun… Resmen duygusal bir çöküntü yaşadım. Her gün ortalığı temizliyordum ama sabah kalktığımda her yer tozdan tekrar simsiyah oluyordu. Resmen kömür soluyorduk!”
Ne var ki Sarıseki’de ağır sanayinin yaşama etkileri yalnızca psikolojik değildi. Üçüncü çocuğunu dünyaya getirmesinin üzerinden çok geçmemişti ki 2001’de Gülnaz Kıllı’ya meme kanseri teşhisi kondu. Zorlu süreci yakınlarının da desteğiyle atlatan Kıllı, Sarıseki’deki tesislere yeni bir gözle bakar oldu:
“O dönem meme kanseri geçiren birkaç kişiden biriydim. Ama hastalıklar bir anda arttı. Komşularım, pek çok akrabam benim gibi kansere yakalandı. Eritilmek üzere limana getirilen hurda demirlerin tozu ve pasının rüzgarla üzerimize gelmesi, gübre fabrikası ve bugün de termik santraller… Eskiden bu etkiler bilinmiyordu, ‘Fabrikalardan ekmek yiyoruz, o kadarına katlanmamız lazım’ diyorlardı ama şimdi hastalıklarının nedenini anladılar ve bilinçlendiler.
Hastalığım ortaya çıkınca sadece bir gün ağladım. Ertesi gün mücadeleye başladım. Nerede benimki gibi hastalıklardan mustarip birini görsem onlara, fabrikalarla alakalı bir şeyler yapmamız gerektiğini anlatıyordum. Gübre fabrikasında çalışanlar emekli olduktan sonra en fazla 5-6 yıl ya yaşıyor ya yaşamıyor, kanser, akciğer hastalığı veya kalp krizinden ölüyordu. 60 yaşını görebilen çok nadirdi. Asit fabrikasında çalışıp da bugün hayatta kalabilen yoktur. Sarıseki’ye çok borçlular çünkü asit fabrikasının zehri buranın çok insanını aldı… Bir tarama yapılsa Sarıseki halkının yarısının ciddi rahatsızlıkları olduğu görülür. Biz bu zehirle yaşamak istemiyoruz. Memleketimizi bırakmak istemiyoruz. Memleketimizi sevdiğimiz için bunlara katlanmak zorunda mıyız?”
Kıllı’ya göre, Sarıseki’deki kirleticilerin etkileri özellikle çocuklar üzerinde daha hızlı ve trajik sonuçlara yol açıyor. Her evde buhar makineleri kurulduğunu, pek çok çocuğun astım, bronşit, göz hastalıkları, kronik boğaz enfeksiyonları ve alerji gibi rahatsızlıklar yaşadığını anlatan Kıllı, “Kendi çocuğum için de buhar makineleri edinmiştim. Bir dönem aramızda para toplayıp sağlık ocağımıza buhar makinesi almıştık. Durumu olmayan ailelerin çocukları ancak bu yolla hayatlarını sürdürebiliyordu. Sağlık ocağındaki doktorumuz kendi parasıyla maskeler alıyor, çocuklarımızı o şekilde tedavi ediyordu. Bugünkü durum da çok ağır. Çocuklarımızın çoğu alerjilerle, enfeksiyonlarla boğuşuyor. Enfeksiyonlar hakkında doktorlar ‘çevresel faktörler’ deyip geçiyor ama havadan ve sudan olduğunu biliyoruz. Çocuklar sürekli öksürüyor ve antibiyotik kullanıyor. Antibiyotik şişeleri evlerde şekerlik gibi; şekerleme gibi, mama gibi çocuklara antibiyotik veriliyor!” diye konuşuyor.
Sarısekililer, termik santralin kurulmasından sonra tarım ve hayvancılıkta da önemli değişimler gözlediklerini aktarıyor. Yaylalardaki meyvelerin artık olgunlaşamadan ağaçlarda kurduğunu, bahçelere ekilen fasulye, soğan ve patates gibi sebzelerinse “sanki sıcak suya maruz kalmış gibi çürüdüğünü” anlatıyorlar. Sarıseki sakinlerinin bahçelerinde baktıkları kümes hayvanlarıysa ya sık sık hasta oluyor ya da yedikleri otlardan zehirlenip can veriyor.
Doğum anomalileri, hamilelikte düşükler, kanser hastalıkları, yetişkinlerde kalp rahatsızlıkları ve dolaşım sistemi sorunları arttıkça, Kıllı kirleticilere karşı çevresindeki daha çok kişiyi harekete geçmeye ikna etmeyi başardı. Böylece Sarıseki dağlarına kurulmak istenen taş ocağı projesine, sanayi tesislerinin yayılma planlarına ve Atlas Enerji Termik Santrali’nin kurulmasına itirazlar yükselmiş oldu. Santral için yürütülen ÇED sürecinde projeye karşı çıktıklarını söyleyen Kıllı, istihdam vaatlerinden etkilenen santral yakınındaki Azganlık ve Karayılan Mahallesi sakinleri ile civar belediyelerin başkanlarından da destek bulamadıklarını, hukuk mücadelesine karşın Atlas Termik Santrali’nin kurulmasınu önleyemediklerini anlatıyor:
“Elimizden geleni yaptık ama termik santral kuruldu. Bütün komşularım da benim hastalığıma yakalanacak diye korkmaya başladım. Çok sevdiğim komşum da meme kanseri oldu ve hayatını kaybetti. Komşum, ‘Senin söylediğin çıktı, termik santralin gazı ve sanayinin tozu beni de hasta etti. İnşallah ben de senin gibi bu hastalığı yenerim’ diyordu. Yenemedi, iki yıl içinde vefat etti. Onun da başaracağına inanmıştım ama başaramadı… Bir başka komşum da meme kanseri yüzünden ameliyat oldu ve iyileşemiyor çünkü buranın kötü havasını solumaya devam ediyor. Başka sevdiklerimi kaybetmemek, çocuklarımızın geleceğini korumak için kanser fabrikası termik santrallerin ikincisinin kurulmasına yine karşı çıkıyorum.”
Kıllı, düşlediği Sarıseki’yi de anlatıyor ama hayallerinde bile Sarıseki’de yaşamın her anına etki eden kirliliği anımsamadan edemiyor: “Sahilimizin tertemiz olmasını, çocuklarımızın orada vakit geçirmesini isterdim. Sahilimiz var ama aslında yok! Pislik içerisinde çünkü. Çevremizi fabrikalar kuşatmış. Sazlığımız kuşlarla doluydu ama etraftaki sanayi tesisleri büyüdükçe sazlık küçüldü. Oraya kurulan kömür stok sahasının kalkacağı söylendi ama kalkmayacağı anlaşıldı… Göçmen kuşlar artık sazlıklar yerine fabrika ve santral bacalarını, arabaları, yüksek gerilim hatlarını görüyor. Artık leylekler bile Sarıseki’nin üzerinden uçmaz oldu! İkinci santral de yapılırsa, yıllar önce kısmen yıkılan hayallerimiz iyice kararacak…”